Toplumsal cinsiyet rollerinin baskın olarak ön planda tutulduğu toplumlarda kadınlar, cinsiyet rollerine bağlı olarak hâlâ ağır bedeller ödemektedir.
Yaşamımızda sosyo-kültürel olarak belirlenen toplumsal cinsiyet rolleri davranış şekillerimizi, sorumluluklarımızı, paylaşım olanaklarımızı belirlediği gibi meslek dağılımlarında da belirleyici olmaktadır. Kadınların yüzyıllardır devam eden siyasal ve sosyal haklar ile hukuk önünde eşitlik mücadelesine rağmen kadınların cinsiyetçi rollere bağlı olarak daha çok ev ve yakın çevresinde sorumluluk almaları bekleniyor, erkeklerin ise evin dışındaki alanlarda; daha çok fabrika, maden, inşaat vb. ağır beden işçiliği gerektiren, ayrıca toplum nezdinde statü sağlayan kamu işlerinde yer almaları ve bununla ilgili sorumluluklara sahip olmaları uygun görülüyor. Hatta zaman zaman mevcut iktidar mensupları tarafından da bu cinsiyetçi yaklaşımlar destekleniyor. Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2016 yılında, bir kadın derneğinin açılışında sarf ettiği “Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın, iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun eksiktir, yarımdır” sözlerinin akabinde takip eden yıllarda iktidarın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, son dönemlerde artan kadın cinayetleri ve kadına şiddet eğilimleri varılan son noktayı özetlemeye yetmektedir.
Halbuki toplumsal rolleri dengeleyebilmiş ve cinsiyet ayrımından bağımsız olarak genel yetenek ve yeterlilikleri göz önünde bulunduran ve kişilerin toplumdaki statülerini de bu çizgide belirleyen halklar toplumsal, ekonomik ve sınıfsal kalkınmayı başarılı bir seviyeye taşımıştır. Bunun tam aksine günlük hayatın akışını, emek piyasasındaki işgücünü ve tüm bunlara bağlı olarak ekonomik dengeleri cinsiyetçi bakış açısıyla belirleyen halklar ise eşitsizliğin yarattığı girdabın içinde bedel ödemeye devam etmektedir. Böylesi ortamlarda dışlanma, emek piyasasında kendine yer bulamama, ekonomik olarak erkeğe bağımlı olma, çevresel baskılar, şiddet, taciz, çalışma yaşamında ve siyasette, en nihayetinde de özel ve kamusal alanın her merciinde kendini göstermektedir.
Bizler bu kısır döngüden çıkış yolunun kadın ve erkeğin ortak mücadelesinden geçtiğinin bilincinde olarak, eğitimdeki fırsat eşitliğinin yıllardır yaratılamamış olması ve sistem içerisindeki erkek egemen odakların müfredat üzerindeki yetkilerinin de bu sürecin olağan kalmasına zemin hazırladığını görüyoruz.
Bugün 8 Mart’ı kutlamak ve kadın hakları için mücadele etmek birçok şeyin yanı sıra geçici işlerde, güvencesiz, düşük ücretlere ve esnek çalışmaya hayır demektir. Güvenceli, tam zamanlı, sigortalı, sendikalı istihdam hakkını savunmak demektir. Çalışmak isteyen her kadına iş sağlanmasını ve eşit işe eşit ücret talep etmek demektir. Bütün bunları sendikalarda örgütlenmeden, sendikalaşma oranını artırmadan gerçekleştirmenin de mümkün olmadığını; 8 Mart’ın bir mücadele günü olduğunu da biliyoruz.
Bu bilinçle kadınlar için güvenceli iş, insanca çalışma koşulları ve güvenceli geleceğin yolu açılana dek hep birlikte mücadelemizi ve dayanışmamızı sürdüreceğiz.
Yaşasın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü!
KRİSTAL-İŞ SENDİKASI GENEL MERKEZ YÖNETİM KURULU