Kristal-İş: Söyleşimize başlarken, Türkiye’de toplu iş sözleşmeleriyle ilgili yasal düzenlemelerin tarihi gelişimini kısaca anlatabilir misiniz?
Abdi Pesok: Ülkemizde Toplu İş Sözleşmesi düzenlemesi ilk olarak 1963 yılında 275 sayılı Yasa ile yapılmıştır. Daha sonra, 1983 yılında 2822 sayılı yasa ile işçiler ve işçi sendikaları bakımından, 275 sayılı Yasadaki bir kısım haklar kısıtlanmak suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Nihayet 2012 yılında 6356 sayılı Yasa ile şimdiki son halini almıştır.
275 sayılı ilk Toplu İş Sözleşmesi Yasası, ilk düzenleme olması sebebiyle bir kısım boşlukları ve eksiklikleri olmasına rağmen, daha sonraki 2822 ve 6356 sayılı yasalar, işçiler ve işçi sendikaları bakımından, sendikal örgütlenme ve TİS imzalanması şartlarını daha da zorlaştırmıştır.
Kristal-İş: İşçilerin kolektif ve bireysel hakları bağlamında devletin görevlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Devletin sorumluluklarını hangi başlıklar altında ayırabiliriz?
Abdi Pesok: Emekleri ile kendilerinin ve ailelerinin geçimini temin etme mücadelesi veren işçilerin, ezilmelerinin önlenmesi veya diğer bir deyişle haksızlıklara karşı korunması, devletin görevidir. Devletin, yasama, yürütme ve yargı erkleri vasıtasıyla, görevlerini gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bu perspektifle ülkemizin içinde bulunduğu durumu ele aldığımızda her 3 ana hususta da olumsuz yönlerin, olumlu yönlere kıyasla çok daha ağır bastığını görmekteyiz.
Bir toplumda, emekçilerin insan onuruna yakışan ücret, sosyal haklar ve çalışma koşullarına ulaşabilmesi, o toplumun ve devletin anayasasında, yasalarında ve diğer mevzuatında yer alan olumlu düzenlemelerle mümkün olabilir. İlave olarak, bu düzenleme hükümlerini, aynı olumlu doğrultuda uygulayacak yürütme anlayışının gerekliliği de tartışma götürmez bir konudur.
Emekçilerin insan onuruna yakışan ücret, sosyal haklar ve çalışma koşullarına ulaşabilmesi için, olumlu gözle bakan “yasama” ve “yürütme” organlarına sahip olmak şarttır, ancak yeterli değildir. “Yargı”nın da konunun bilincinde, azminde ve ısrarında olması gerekmektedir.
Kristal-İş: Ülkemizde işçi haklarını teslim etmede yargının eksiklikleri ve yanlışları olduğu sendikalar tarafından yıllardır dile getiriliyor. Sendikal hareketin gücünü kaybetmesinin, örgütlülük oranının gerilemesinin nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Sizce iş hukuku söz konusu olduğunda yargının eksiklikleri nelerdir?
Abdi Pesok: Ülkemizde yargının işleyişinde hepimizin tespit ettiği bir kısım aksaklıklar bulunmaktadır. Bu aksaklıklar sadece adil sonuca ulaşmakla ilgili olmayıp, aynı zamanda yargılamanın uzun sürmesi ile de ilgilidir. Özetle, yargıda verilen karar, sonuç itibariyle doğru ve adaletli olsa bile, davaların uzun sürmesi, başlı başına adaletsizlik doğurmaktadır.
Yargılamanın uzun sürmesinde ve genel olarak yaşanan her türlü uyuşmazlıkta olumsuzluk vardır. Olumsuzluğun en fazla ortaya çıktığı hukuk dallarından birisi, İş Hukuku’dur. İş Hukuku içerisinde de, işçi-işveren arasındaki toplu iş sözleşmesi yetki uyuşmazlıkları en ciddi sıkıntıların yaşandığı alan olarak karşımıza çıkmaktadır.
TİS yetki uyuşmazlıklarının bireysel iş uyuşmazlıklarından ayrılan en önemli yönü, çok sayıda bireyi ilgilendirmesidir. Sonucu bazen binlerce işçiyi ilgilendirmektedir. Bu binlerce işçi, aileleri ile birlikte on binleri bulmaktadır. Ama maalesef, ülkemizde TİS yetki uyuşmazlıklarında davalar uzun sürmektedir. Bazen 5 yıldan fazla bir zaman dilimine dahi ulaşmaktadır.
İş Mahkemelerinde 5 yıldan fazla süren çok sayıda dosya ile karşılaşılmaktadır. O dosyalarda davanın kazanılmasının, işçi sendikasının TİS yetkisi almasının, adil yargılama anlamına gelmediğini hepimiz bilmekteyiz.
Adaletli bir şekilde sonuca ulaşabilmemiz için, öncelikle yasal düzenlemenin ve genel mevzuatın, bu sonucu almaya uygun olması gerekmektedir. Yasal düzenlememizin ve mevzuatımızın buna uygun olmadığını düşünmekteyim.
“… Bize göre sendikal ve sosyal anlamda daha da gelişmiş ülkelerin birçoğunda… İşçi Sendikasından, “yetki belgesi” diye bir belge istenmemektedir.”
Kristal-İş: Peki gelişmiş demokratik ülkelerde toplu sözleşme süreçleri nasıl yürütülüyor, sendikaların bürokratik yollardan yetkilendirilmesi gerekiyor mu? Örneğin ABD’de bir çeşit referandum yöntemi uygulandığını biliyoruz.
Abdi Pesok: Şeklen dahi olsa, daha fazla işçi haklarının tanındığı, bize göre sendikal ve sosyal anlamda daha da gelişmiş ülkelerin birçoğunda, işçi sendikasının, işveren karşısına çıkıp, bir nevi, “Ben bu işyerindeki işçilerin üyesi olduğu sendikasıyım, üyelerim adına sizinle görüşmek, Toplu İş Sözleşmesi yapmak istiyorum” demesi yeterli olmaktadır. İşçi Sendikasından, “yetki belgesi” diye bir belge istenmemektedir.
Tabii ki, TİS yetkisinin sıkı prosedür içinde olup olmaması, doğrudan, o ülkenin sosyal, siyasal ve hukuksal anlayış gelişmişliği ile de ilgilidir.
TİS yetki prosedürü konusunda, dünyadan bazı örnekler vermek istiyorum. Bu örneklerin tespitinde, İLO’nun veri tabanından yararlanılmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde işçiler, işverene, o işyerindeki işçilerin %50’sinden fazlasının imzaladığı yetkilendirme kartı verirler. İşveren, bu yetkilendirme kartını kabul ederse işçileri taraf olarak kabul etmiş olur. İşveren bu yetkilendirme kartını kabul etmeyip seçim isteyebilir. Bir anlamda Referandum olan seçimde, işçilerin en az %50’si olumlu oy verirse, sendika, toplu iş sözleşmesi yapmaya hak kazanmaktadır.
Avustralya’da bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için ulusal düzeyde veya Uluslar Topluluğu (Commonwealth) düzeyinde kaydolması gerekmektedir. Federal düzeyde kayıt olabilmesi için bir sendikanın, üyelerinin çıkarlarını korumak ve ilerletmek amacıyla kurulmuş olması aranmaktadır, işverenin kontrol ve etkisinden bağımsız olması ve en az 50 işçiyi üyesi olarak bulundurması gerekmektedir.
Belçika’da toplu iş sözleşmesi yapabilmek için işçi sendikalarında;
- İşçi ve İşveren Konfederasyonunun ulusal düzeyde kurulmuş olması,
- Merkezi Ekonomik Konsey ve Ulusal İş Konseyinde temsil edilmesi,
- İşçi sendikasının en az 50.000 üyeye sahip olması şartları aranmaktadır; 50.000 üye o ülke şartlarında ulaşılması zor olmayan bir sayıdır.
Fransa’da ülkedeki 5 Konfederasyon bir yasa ile ulusal düzeyde temsile yetkili kılınmıştır. Ulusal düzey dışındaki toplu iş sözleşmeleri için bu 5 Konfederasyondan birine üyelik, toplu iş sözleşmesi yapma yetkisi de dâhil bütün hak ve ayrıcalıkları beraberinde getirmektedir.
Ayrıca, tek tek ayrıntıya girmeksizin belirtecek olursam, İrlanda, İspanya, İtalya, Lüksemburg ve Yunanistan gibi ülkelerde, her ülkede kendisine göre yetki düzenlemeleri vardır. Bunlar özünde yetki alınmasını zorlaştırıcı olmayan düzenlemelerdir.
Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İsveç, İsviçre, İzlanda, ve Norveç’te ise TİS yapmaya çağırabilmek için herhangi bir kriter söz konusu değildir. Kendisini yetkili gören işçi sendikası, hiçbir prosedürle uğraşmadan TİS çağrısında bulunabilmektedir.
“…yasal hak kullanmakla izah edilemeyecek bir şekilde, sendikaların yetki belgesi almalarını ve toplu iş sözleşmesine oturabilmelerini önlemek için, yabancı sermaye dâhil, çok sayıda işveren iyi niyetten uzak, uyuşmazlıklar çıkarmaktadırlar.”
Kristal-İş: Yargının işleyişindeki aksaklıkları konuştuk. Yargı neden yetki uyuşmazlıklarında yetersiz kalıyor ve süreç tıkanıyor?
Abdi Pesok: Ülkemizde, yasa gereği, “yetki belgesi” istendiği an, işin içine Bakanlık ve bürokrasi girmektedir. Yargı işin içine girmektedir. Bir kısım işverenlerin ve sermayenin iyi niyetle açıklanamayacak tutum ve davranışları işin içine girmektedir.
Bunların hepsi önemlidir. Ancak, bunların içinde en önemlisi yargı’dır. Çünkü eğer varsa, kasıt ve kötü niyeti önleyecek olan, yurttaşın ve işçinin güvencesini sağlayacak olan güç yargı’dır.
Bizim hukukumuzun ana ilkelerinden ve esaslarından biri, “objektif hüsnüniyet” de denilen, “iyi niyet” kuralıdır. Bu husus, Küresel Hukuk kaideleri ve esasları içerisinde de ana ilke niteliğine sahiptir. Bu ilke bizim Medeni Kanunumuzun 2’inci maddesinde, Dürüst Davranma başlığı ile yerini almıştır.
Bu madde; “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” demektedir.
Ülkemizde hem küresel hem de ulusal hukukun ve küresel hukukun bu ana ilkesine rağmen, maalesef, işverenler ve sermaye iyi niyetle bağdaşmayacak, yasal hak kullanmakla izah edilemeyecek bir şekilde, sendikaların yetki belgesi almalarını ve toplu iş sözleşmesine oturabilmelerini önlemek için, yabancı sermaye dâhil, çok sayıda işveren, iyi niyetten uzak, uyuşmazlıklar çıkarmaktadırlar.
Yargı’mız, hukukun özü olan bu hususun dahi önlenmesinde başarılı olamamıştır. Bazı örneklerde olduğu gibi 3 yıl, 4 yıl, bazen 5 yıldan fazla süren TİS yetki davaları sonuçlandığında, o işyeri veya işletmede bazı hallerde sendikalı üye dahi kalmamaktadır.
Bu yanlışın bir çözümü olması gerekmektedir…
“Bu açık haksızlığın ortadan kaldırılması için, “yeni arayışlar” çerçevesinde, TİS yetkisi belirlemesinde, işçinin olması gereken insan hakkı çerçevesinde, özgür iradesinin esas alındığı, yetki oylaması/REFERANDUM müessesesinin uygulamaya konulmasının doğru ve hakkaniyete uygun olduğunu düşünmekteyim.”
Kristal-İş: Peki bu sorunlara nasıl bir çözüm önerirsiniz? Toplu sözleşmeye ilişkin mevzuatta değişikliğe gidilmesi yetki süreçlerinin yargıda tıkanmasını engeller mi?
Yapılması gereken, mevzuatta değişime gidilerek, sosyal, siyasi ve insan hakları bakımından gelişmiş, TİS hakkına saygılı ülkelerin sistemlerinden yararlanılarak, ülkemiz şartlarına uygun hale getirmek suretiyle, TİS önündeki engelleri kaldırmak olmalıdır.
Hakkaniyete uygun düzenlemeler oluşturulmalıdır. Öncelikle, İşçi sendikasının o işyerinde veya işletmede üyeleri adına TİS yapıp yapamayacağı konusundaki yetki uyuşmazlığı dönemine gelindiğinde, işçilerin ve işçi sendikalarının, 3 yıl ila 5 yıl arasında değişen yargılama süreçlerinden kurtarılması gerekmektedir.
Ülkemizde 1963 yılından 1980 yılına kadar, TİS yetkisi bakımından yargı süreci daha çok 2 işçi sendikası arasında olmakta idi. Daha sonraki dönemde, 1983-2000’li yıllar arasında, yavaş yavaş, yetki tespitlerine işveren veya işveren sendikası tarafından yapılan itirazlar çoğaldı. 2000’li yıllardan itibaren ise, sendikal gücün eskiye göre daha da zayıflaması nedeniyle olsa gerek, işçi sendikaları arasındaki yetki uyuşmazlıkları hemen hemen son buldu, yok denecek noktaya geldi. Uyuşmazlıkların tamamına yakın kısmında, uyuşmazlığın bir tarafı ya işveren ya da işveren sendikası olmaya başladı. Bunların ezici çoğunluğunda da, Bakanlık tarafından verilen olumlu yetki tespitine, İşverenlerin, haksız, hukuka uymayan itirazları bulunmaktadır.
Bu hususlar ülkemizin gerçekleridir. Bu gerçeklerin tespit ve kabulü halinde kalıcı bir çözüm yolunda adım atmak kolaylaşacaktır.
Genel olarak, yasa ve ilgili mevzuat değişimi emekçiler açısından olumlu yönde gerçekleştirilinceye kadar, acilen yapılabilecek işlemler olduğunu düşünmekteyim. Bu da, yasada küçük bir değişiklik yapılarak, bugün yürürlükte bulunan 6356 sayılı yasanın 43. Maddesi yerine;
“Bakanlık tarafından işçi sendikasına olumlu yetki tespiti verilmesi halinde, işveren veya üyesi olduğu işveren sendikası, olumsuz yetki tespiti verilmesi halinde çağrıyı yapan işçi sendikası, 6 iş günü içerisinde “Görevli Makama” itiraz ederek, işyerinde veya işletmede oylama talep edebilir. Sonucuna göre yetki tespiti belirlenir. Bu takdirde, Grev oylamasındaki esaslar ve prosedür uygulanır.” düzenlemesi yapılabilir ve başlangıç olarak yeterlidir.
Tabii ki, bu acil düzenleme ile birlikte, bütün mevzuatın ele alınması, Emekçilerin insan onuruna yakışan ücret, sosyal haklar ve çalışma koşullarına ulaşabilmesi için bir kısım örneklerini yukarıda belirttiğim ülkeler anlayışı doğrultusunda yasalar hazırlanmalıdır.
TİS yapabilmek için sendikal örgütlenmenin çok zor olduğu Ülkemiz şartlarında, bir de “yargı” sürecinin, genellikle çok uzun sürmesi, emekçilerin insan onuruna yakışan ücret, sosyal haklar ve çalışma koşullarına ulaşabilmesini ortadan kaldırmaktadır.
O halde, sadece yasal düzenlemeyle sorunun çözülemeyeceğini kabul ederek, düzenlenecek yasa hükümlerinin uygulanması bakımından idarenin yapıcı bir şekilde düzenlemeyi uygulaması ve uyuşmazlık halinde de yargının yine yapıcı bir şekilde değerlendirme yapması ve karar vermesi gerekmektedir.
Şu anda varolan açık haksızlığın ortadan kaldırılması için, “yeni arayışlar” çerçevesinde, TİS yetkisi belirlemesinde, işçinin olması gereken insan hakkı çerçevesinde, özgür iradesinin esas alındığı yetki oylaması/REFERANDUM müessesesinin uygulamaya konulmasının doğru ve hakkaniyete uygun olduğunu düşünmekteyim.