Paşabahçe; İstanbul Boğazı’nın kıyısında, emekçi kimliğini, emekçi kimliğinden doğan gelenekleri, alışkanlıkları bir biçimde hâlâ muhafaza eden, cam ve cam işçiliğiyle özdeşleşmiş bir semt. Yıllarca vardiya çıkışlarında işçi kalabalıklarıyla dolup taşan; fabrika düdükleri, grev davulları, işçi sloganlarıyla şenlenen; işçilerin sevdalarına, kavgalarına, umutlarına, peşinden koştukları ideallerine, dünyayı değiştirme çabalarına ev sahipliği yapan Paşabahçe artık emekli emekçilerle ıssızlığın ortasında varlığını korumaya çalışan bir muhit.
Fabrikaların kapatılmasının, bölgenin sanayisizleştirilmesinin ardından, adına ‘kentsel dönüşüm’ denilen yeni zenginlere, Boğaz’ın kıyısında yeni yerleşim alanları açma projelerine, semtin sosyolojik kodlarıyla oynama girişimlerine inatla direnen bir semt.
M. Hakan Koçak, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Camın İşçileri’ kitabında bu kadim semtte camın ve cam işçilerinin Osmanlı’dan günümüze uzanan serüvenini anlatıyor. M. Hakan Koçak kentleşme, sanayileşme ve işçileşme ekseninde Paşabahçe’de cam işçilerinin sınıf olma öyküsünü onlarca kaynağa, arşive, tanıklığa başvurarak resmetmiş.
Hakan Koçak, cam işçilerinin sınıf olma öyküsünü üretim araçları karşısındaki konumu üzerinden tarif etmek gibi dar bir alana sıkıştırmak yerine, ekonomik, siyasal, kültürel ögeleri de dikkate alarak, meseleyi geniş bir perspektifle işleyen bir çalışma ortaya koymuş.
Çalışmada cam işçilerinin sınıf oluşumunda; mekanla, devletle, üretimle, siyasetle olan ilişkileri bütünlüklü bir biçimde gözler önüne seriliyor. Kitapta devlet-sanayi, devlet-işçi, devlet-sendika, devlet- şirket ilişkisi eleştirel bir bakış açısı içinde sorgulanıyor.
Birinci kuşak işçilerin ‘devlet baba’ ve ‘patron baba’ ile kurdukları ilişkiler, bu ilişkiler nedeniyle yaşadığı handikaplar, kırılma noktaları ve yol ayrımları çarpıcı örneklerle analiz ediliyor. “Allah devlete /patrona zeval vermesin” aşamasından, hak arama bilincine; ‘patron baba’ figürü Şahap Kocatopçu’nun fabrikada işçiler tarafından yuhalanmasına, grevi erteleyen devlet babanın Başbakanı Süleyman Demirel’e sendikanın anahtarının teslim edilmesine kadar yaşanan dönüşümün bütün evreleri bir film şeridi gibi kitapta karşımıza sıralanıyor.
Kitap, Hakan Koçak’ın Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi bölümünde yaptığı doktora çalışmasının genişletilmiş hali. Dayanağını bilimsel-akademik çalışmadan alan kitap, popüler dil ve yalın bir anlatımla herkesin ilgisini çekebilecek bir özellik kazanmış.
Eskilerin dediği gibi, marifet iltifata tabidir: Hakan Koçak, kılı kırk yaran bir titizlik ve emekle işçi sınıfı tarihine ilişkin önemli ve değerli bir kaynağı bize armağan etti.
ASKERİ DARBELER VE ŞİŞECAM
Bir deneyim alanı olarak tarif edilen tarihe ilişkin kitapların, temel özellikleri arasında bilinmezleri bilinir, az bilinenleri daha çok bilinir hale getirmesi, dikkatten kaçan noktalar üzerine dikkat çekmeyi başarması sayılabilir. ‘Camın İşçileri’ kitabının bu açıdan büyük bir iş gördüğü rahatlıkla söylenebilir. Hakan Koçak’ın kitabında bilinir, görünür hale getirdiği, hafızaları tazelediği konulardan biri de Şişecam’ın devletle kurduğu ilişki.
Günümüzde cam işçileri tarafından grev ertelemeleriyle sınırlı biçimde ele alınan devlet/Şişecam ilişkisinin aslında tarihsel arka planı da olan ekonomik/politik birlikteliğe dayandığı kitapta ayrıntılarıyla naklediliyor. İlgili herkesin bildiği gibi Türkiye, kapitalistleşme sürecinde devletçiliği, devlet eliyle sanayi kuruluşları kurup işletmeyi seçmiş olmasına rağmen cam üretme imtiyazı, bir kararnameyle özel sektöre tanındı. Kitapta, bir özel sektör kuruluşu olarak Şişecam’ın, kuruluşuna kaynaklık eden imtiyazı, örtülü ve açık koruma talepleriyle, yatırımlara destek arayışlarıyla, korporatist politika beklentileriyle sürekli bir genişletme çabası içinde olduğu detaylarıyla anlatılıyor. Ayrıca Şişecam’ın özellikle çalışma ilişkileri ve politik konularda köküne kadar devletçi bir kültürle, zihniyetle hareket ettiği de.
devlet ile Şişecam arasındaki ilişkinin sadece kültürel ve zihinsel bir yakınlığın ötesinde organik, bütünleşmiş, uyumlu bir ilişki olarak izlediği seyre dair simgesel ancak önemli bir örnek olarak Şişecam’ın askeri darbelere bakan vererek sağladığı lojistik destek de kitapta yer alıyor. Seferberlik dönemlerinde göreve çağırılan ihtiyati askerler gibi Şişecam yöneticileri, hem 1960 darbesinde (Şahap Kocatopçu) hem 1980 darbesinde (Şahap Kocatopçu ve Serbülent H. Bingöl) bakanlık nöbeti tuttular. Askeri darbe dönemlerinde bakanlık görevinin üstlenilmesi Şişecam ile devlet arasındaki politik bağı ortaya sermekle kalmıyor, aynı zamanda telifi Halit Narin’e ait “Artık patronlar gülecek” lafının mahrecini de gözler önüne seriyor. Bu seyir, şirketin gelişme ve yükselme süreçlerinde etkili olan faktörleri anlamayı da çok kolaylaştırıyor. Şişecam ile paralel yürüyüş sergileyen devletin, Şişecam işçileri karşısında nasıl bir rol üstlendiği, sömürüyü kolaylaştırmak için baskı aygıtı olarak nasıl devreye girdiği de kitapta geniş bahis konusu yapılmış. 1947’te sendikal mücadeleyi kontrol altında tutmak amacıyla imal edilen güdümlü sendikalardan biri de Paşabahçe’de kurdurulmuştu.
Devletin sendikal mücadeleyi kontrol altında tutma çabası büyük ölçüde ‘komünizm korkusundan’ kaynaklanıyordu. Devlet işçilerin ve sendikaların komünistler tarafından ‘ele geçirilme’ ihtimaline karşı, açık ve gizli her türlü aparatını devreye sokarak önlem alıyordu. Kitapta buna ilişkin de ilginç bir veri paylaşılıyor; binlerce işçinin çalıştığı fabrikada hiçbir iş yapmadan, işçileri kontrol etmek üzere sivil polislerin ‘istihdam’ edildiği belirtiliyor. 60’lı yıllardan itibaren fabrikada solun etki alanının yükselmesi de gösteriyor ki, -en azından belli bir zaman dilimi için- korkunun ecele faydası olmamış.
ÇEŞM-İ BÜLBÜL SANAT ESERİ Mİ?
Hakan Koçak, Tefkur Sarayı’nın etrafından Paşabahçe’ye göçen camın bu bölgede sanayileşme/fabrikalaşma sürecini, Osmanlı’da sarayın ve zenginlerin lüks cam eşya ihtiyacını karşılamak üzere yapılan üretimden, halkın günlük kullanımı için üretilmiş ürünlere kadar cam üretiminin gelişim seyrini bir bilgi demeti içinde bize sunuyor.
Bunu yaparken gelenekselleşmiş milli kabullerin üzerine küçük işaretler koyuyor, tartışma başlıkları açıyor. Türk cam sanatının önemli ürünü olarak ortaya konulan, milli övünç kaynağı haline getirilen Çeşm-i Bülbül’ün aslında Billur Fabrika- i Hümayunu’nda çalışan Avrupalı ustalar tarafından, Avrupai örneklerden yola çıkılarak, Osmanlı zevkine uygun olarak geliştirilmiş ürünler olduğuna dikkat çekiyor. Böylece her alanda milli övünç vesilesi yaratma heveskârları için de hayal kırıklığının kapısını aralıyor.
İŞÇİLERİN MÜCADELE GELENEĞİ
Zaman zaman kesintilere uğrasa, çeşitli baskı ve basınçlar altında suskunluk durgunluk dönemleri yaşasa da emek hareketi, tarihin bir döneminde sağlam bir tohum atılmışsa onun üzerinden kendine bir alan açarak ilerler. Cam işçileri açısından da bu böyledir. Bugün sözü edilen ve kitapta geniş bir biçimde anlatılan cam işçilerinin mücadele geleneğinin tohumu, 1908’de Osmanlı işçilerinin kitlesel grev dalgası sırasında Paşabahçe’de kurulu Levi-Modiano cam işçilerinin greviyle atıldı. Paşabahçe sokakları örgütlü işçi eylemiyle ilk kez bu grev sırasında tanıştı. Bu tanışıklık Paşabahçe Cam Fabrikası’nın kapatıldığı 2002 yılına kadar cam işçilerinin mücadele pratiğinin içinde gelenek olarak yaşadı.
Geleneğin köşe taşları olan eylem, grev, direniş, hak sözcükleri cam işçilerinin Osmanlı’dan günümüze bu uzun yürüyüşüne eşlik eden kavramlar oldu. Hakan Koçak kitabında bu geleneğin referans noktalarını, reflekslerini, eylemlerini, güdümlü sendikacılık karşısında kendini var etme çabalarını detaylı biçimde aktarıyor. Bu nedenle kitabı cam işçilerinin mücadele geleneğinin bir envanteri olarak da kabul etmek gerekir.
Cam işçilerinin mücadele geleneğinin önemli bir parçası kuşkusuz sendikadır. Cam işçilerinin makûs talihini yenme sürecinde örgütlü mücadele aracı olarak sendikanın üstlendiği roller ve yaşadığı dönüşümler, bu dönüşümlerin cam işçilerinin hak mücadelesine yaptığı katkılar yine kitapta detaylarıyla yer alıyor.
GEÇMİŞİN BİLGİSİ VE GELECEK
Emek hareketinin kendisine çıkış aradığı, hatta bazen bir çıkış bulmak için ümitsizce uğraştığı bir süreçte ihtiyaç duyduğu bilgi ve ilham kaynağı geçmişin bilgisinde saklı.
“Bugün ne yapabiliriz?” sorusuna geçmişte yaşamış deneyimler ışığında daha doyurucu, daha berrak yanıtlar vermek mümkün. Georges Haupt’un ifadesiyle söylemek gerekirse “İşçi sınıfının misyonunu yerine getirebilmesi için tarihsel bilince, dolayısıyla geçmişin bilgisine ihtiyaç var.” Tam da bu anlamda M. Hakan Koçak’ın kitabı emek meseleleri üzerine kafa yoran entelektüellerin ve sınıfın yazgısını değiştirmek için mücadele eden militanların mutlaka okuması gereken bir kitap olarak karşımızda.
ZAFER AYDIN
Kaynak: Birgün