Doç. Dr. Aziz Çelik
Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi [spacer size=”5″]
Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) 7 Kasım 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi. 6356 sayılı yeni yasa (STİSK) 1983 yılından bu yana yürürlükte olan ve 12 Eylül askeri darbesi ürünü olan 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunlarının yerini alacak. Böylece iki ayrı kanun ile düzenlenmiş olan sendikal mevzuat tek bir kanun çatısı altında toplanmış olacak.
Cumhurbaşkanı Gül bir süre bekledikten sonra yeni yasayı onayladı. Uluslararası sendikal örgütler (Dünya Sendika Konfederasyonu, ITUC) ve (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, ETUC) yasanın veto edilmesini istemişti. DİSK de veto talebinde bulunmuştu. Türk-İş ise yasanın sadece iki fıkrasının veto edilmesi talebiyle yetinmişti. Hak-İş’in ise yasaya pek itirazı olmadı. Gül bu veto taleplerinin hiç birini dikkate almadı ve yasayı onayladı.
Yasa Nasıl Hazırlandı?
STİSK sosyal tarafların mutabakatına dayanmıyor. Türk-İş yasanın bazı hükümlerine karşı çıkarken, DİSK yasanın esasına ve tümüne itiraz etmektedir. Aynı şekilde Türk-İş içinde muhalif bir platform olan Sendikal Güç Birliği Platformu da yasanın temel düzenlemelerine karşı çıkmaktadır.
Yasa taslak aşamasında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından eleştirilmiş ve ILO sözleşmelerine (özellikle 87 ve 98 sayılı sözleşmelerinin) ve ILO denetim organlarının kararlarına aykırı olduğu vurgulanmıştır. Avrupa Birliği (AB) 2012 Türkiye İlerleme Raporu’nda da taslağın yetersiz olduğu belirtmişti. Bu eleştirilere karşın taslak Meclis aşamasında iyileştirilmemiş aksine yeni kısıtlamalarla kabul edilmiştir.
2821 ve 2822 sayılı yasalar (1983) büyük ölçüde Türkiye İşveren sendikaları Konfederasyonu (TİSK)’in talepleri doğrultusunda hazırlanmıştı. Yeni sendikalar yasası ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ile Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON)’un talepleri doğrultusunda şekillendi. Aslında bu iki örgüt de çalışma ilişkileri açısından muhatap değildir. Çalışma ilişkilerinde işverenler adına muhatap TİSK’tir. Ancak TOBB ve TUSKON devreye girerek yasanın pek çok maddesinin daha da geriye götürülmesine yol açmıştır.
Yeni Yasanın Temel Özellikleri Nelerdir?
12 Eylül ürünü olan 2821 ve 2822 sayılı yasalar yerine kabul edilen 6356 sayılı yasa 12 Eylül ile getirilen sendikal düzenin temel parametrelerini korumuştur. Yeni yasa ile sendikal statüko korunmuştur. Eski yasa ile kurulan temel çerçeve 6356 sayılı yasa da kabul edilmiştir. Yeni sendikal yasa sendikal hak ve özgürlükleri ILO normlarına uygun olarak güvence altına almak yerine var olan yasak ve kısıtlamaların önemli bir bölümünü korumayı tercih eden otoriter ve ayrımcı düzenlemeler içeren bir mevzuattır.
Yeni yasa ile getirilen temel düzenlemeler eski sendikal yasalara paraleldir. Sendikalaşma, toplu pazarlık ve greve ilişkin temel yaklaşımlar korunmuştur. Yasa eski yasada olduğu gibi işkolu sendikacılığı ilkesini benimsemiştir. Bunun dışındaki sendikal örgütlenme biçimlerinin önünü kapatmıştır. Yasa işkolu sendikacılığını barajlarla koruyarak, yeni sendikaların faaliyet yürütmesini zorlaştırmıştır. Yeni yasa eskisinde olduğu gibi sendikalaşmada işkolu zorunluluğu getirirken, toplu sözleşmede işyeri-işletme esası getirmiştir. Böylece mevcut sendikal statükonun devamı sağlanmıştır. Toplu sözleşme ve yetki konusunda da eski yasada var olan temel düzenlemeler korunmuştur.
Yeni yasa özellikle sendika kurma, sendikaların iç işleyişleri açısından kimi sınırlı iyileştirmeler getirmekle birlikte özellikle toplu pazarlık ve grev hakkına ilişkin sınırlamaları sürdürmekte ve bazı alanlarda ise kısıtlamaları daha da artırmaktadır.
Sendikal Statüko Korunuyor
Yasa sendika kuruculuk koşullarını basitleştirmiş ve sendikaların iç işleyişini kolaylaştıran bazı düzenlemeler getirmiştir. Sendikaların iç çalışma düzenine ilişkin kuralların önemli bir bölümü eski yasanın aksine sendika tüzüklerine bırakılmış, sendika üyeliğinde ve istifada noter koşulu kaldırılmıştır (bu hüküm bir yıl sonra yürürlüğe girecektir). Yasa ile sendikaya üyelik yaşı 16’dan 15’e indirilmiştir. Bu sınırlı iyileştirmeler yapılırken, esaslı kısıtlamalar ise korunmuştur. Hantal, bürokratik ve otoriter bir sendikal yapı yaratan statüko korunmuştur.
Yasa sendikal örgüt olarak sadece işkolu sendikaları ve konfederasyonları güvence altına almış olup federasyon ve il ve bölge düzeyinde sendika birliklerinin kurulmasına olanak tanımamıştır. Yeni yasa sendikalaşma düzeyini sadece işkolu olarak sınırlamış, işyeri-işletme ve meslek esaslı sendikaların kurulmasının yolunu kapatmıştır. Böylece yatay ve yerel sendikal örgütlenmeye set çekilmiş ve sadece merkezi ve hiyerarşik yapılara izin verilmiştir. Yasa sendika kurma hakkını sadece işkolu düzeyinde tanıdığı için emeklilerin, çiftçilerin, işsizlerin sendikalaşmasına olanak vermemiştir. Halen bu tip sendikaların kurulması engellenmekte ve kapatılmaktadır (Emekli-Sen kapatılmış, Genç-Sen’in kapatılma davası devam etmektedir). Bu sınırlamalar ILO normlarına taban tabana zıttır.
Sendikaların iç faaliyetlerini kolaylaştırılmış olmakla birlikte sendika organlarının neler olacağı ve bu organların kaç kişiden oluşacağı yasa ile düzenlenmeye devam edilmektedir. Bu durum sendikaların iç işlerine müdahale e anlamına gelmektedir.
Sendika üyeliğinde çok ciddi bir engel olan noterlik mekanizması kaldırılmış olmakla birlikte yeni sistemde öngörülen e-devlet kapısı yoluyla üyelik sendika özgürlüğünü zedeler niteliktedir. Paralı noter mekanizması kaldırılmakla birlikte üyelikte sendika üyeliğinde devletin aracılığı devam edecek, bir tür elektronik gözetim söz konusu olacaktır. Bu durum kişisel bilgilerin gizliliğini ihlal edebilir ve işverenler tarafından kötüye kullanılabilir.
Yasa işsizlerin ve emeklilerin sendika üyeliğini engellemektedir. Bu yasak da ILO normlarına aykırıdır.
Yasa Sendikal Güvenceyi Kaldırıyor ve Ayrımcılık Yaratıyor
Sendikalar yasasının en sorunlu yanlarından biri işçilerin yarısından fazlasının sendikal güvencesini ortadan kaldırmasıdır. Yasa açıkça anayasaya ve eşitlik ilkesine aykırı bir biçimde işçiler arasında ayrımcılık yapmaktadır.
İşçilerin yaklaşık yarısının (6 milyon civarında) sendikal güvencesi yok edilmiştir. Yeni yasanın 25. Maddesi ile 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçiler ile 6 aydan az kıdemi olan işçilerin sendikal nedenle işten çıkarılmaları halinde sendikal tazminat talebiyle dava açma hakları ortadan kaldırılmıştır. Oysa bu hak 10 yıllardır kullanılmaktaydı. Bu düzenleme anayasanın hem eşitlik ilkesine hem de sendikalaşma hakkını tanıyan hükmüne aykırıdır.
Bu değişiklik işveren örgütlerinin talebi doğrultusunda yasanın müzakeresi sırasında hükümet partisi milletvekillerince verilen bir önergeyle gerçekleştirilmiştir. Çalışma Bakanı bu önerinin işverenlerden geldiği genel kurul müzakereleri sırasında açıklamıştır. Böylece işçilerin yarısı anayasal ve yasal sendikal güvenceden yoksun bırakılmıştır. Dahası bu hüküm eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Yeni yasa ile sendikalara mali hesaplarını özel mali denetim kuruluşlarına denetletme zorunluluğu getirilmiştir. Bu özel denetim yolu sendika özgürlüğüne aykırıdır.
Barajlı Toplu Sözleşme Düzeni Devam Ediyor
Yasanın en önemli çelişkisi sendikalaşma konusunda işkolu ölçeği zorunluluğu getirirken toplu pazarlık konusunda işyeri-işletme ölçekli bir toplu pazarlık rejimi öngörmesidir. Yeni yasa eskisi gibi toplu pazarlıkta işyeri ve işletme düzeyini esas almıştır. Ülke, sektör ve işkolu düzeyinde toplu pazarlığa olanak tanımamıştır.
Yeni yasanın en önemli kısıtlaması önceki düzenlemede olduğu gibi toplu iş sözleşmesi yetki sürecine ilişkindir. Yetki sürecinde iki önemli kısıtlama söz konusudur. Birincisi işkolu ve işyeri-işletme barajı, diğeri ise yetkinin siyasi bir kurum olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından verilmesidir
Yasa ile eski yasada yüzde 10 düzeyinde olan işkolu barajı yüzde 3’e indirilmektedir. Ancak yüzde 3 işkolu barajı da yüksektir ve sendika özgürlüğünü zedeler niteliktedir. Örneğin büro işkolunda 3 milyona yakın çalışan söz konusudur. Yüzde 3 barajı 100 bin işçi anlamına gelmektedir. Oysa sektörde örgütlü işçi sayısı 50 bin civarındadır.
Türkiye’de özel sektörde fiili sendikalaşma oranının yüzde 3 civarında olduğu dikkate alınacak olursa bu kısıtlamanın sendikalaşma açısından yaratacağı sakınca anlaşılabilir. Pek çok işkolunda yüzde 3 işkolu barajı yeni sendikaların kurulmasını engelleyici ve halen toplu iş sözleşmesi yapabilen sendikaların toplu sözleşme yapma hakkını ortadan kaldırıcı niteliktedir. Türkiye’de 12 milyon civarında sigortalı işçi söz konusudur. Bazı işkollarında yüzde 3 barajı çok yüksek sayılara karşılık gelmektedir.
Yasa ile Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) üyesi konfederasyonlara üye sendikalar için 2016 yılına kadar işkolu barajının yüzde 1 olması öngörülmüştür. Bu ciddi bir ayrımcılıktır ve Anayasanın eşitlik ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir. Bunun anlamı Türk-İş, Hak-İş ve DİSK konfederasyonlarının üyelerinin 4 yıl süreyle yüzde 1 barajına tabi olmaları diğer sendikaların ise yüzde 3 barajına tabi olmasıdır. Bu nesnel bir kriter değildir. Çünkü Türkiye’de işleyen, faal bir Ekonomik ve Sosyal Konsey (ESK) yoktur. ESK kağıt üzerinde göstermelik bir yapıdır.
Yasa ile işyeri barajı yüzde 50+1 olarak korunurken aynı şirkete bağlı tüm işyerlerini kapsayan işletmeler için baraj yüzde 40’a indirilmiştir. Ancak bu yüksek oranlar sendikal örgütlenmeyi zorlaştırmakta ve işçilerin temsilini ve toplu pazarlık hakkını ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla işkolu işe işyeri ve işletme barajlarını birlikte yerine getiremeyen sendikalar toplu pazarlık hakkına sahip olamayacaktır. Bunun anlamı yeni sendikaların, kurulu sendikalar dışındaki sendikaların toplu sözleşme hakkını kullanamamasıdır.
Toplu iş sözleşmesi açısından kritik olan sendikaların bu barajları aşıp aşmadığına ilişkin yetki işlemlerinin nasıl gerçekleştirildiğidir Bu işlemler Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Bakanlık tarafından yapılan yetki işlemlerine itiraz olması durumunda toplu pazarlık süreci durmakta ve yıllarca sürebilecek yetki davasının sonucu beklenmektedir. Böylece sendika işkolu ve işyeri düzeyinde çoğunluğu sağlamış olsa bile işverenlerin itirazları nedeniyle toplu sözleşme hakkı kullanılamamakta ve bu işyerlerinde sendikasızlaştırma uygulamalarına gidilmektedir. Bu konuda da eski yasanın hükümleri korunmuştur.
Öte yandan uygulamada bakanlığın siyasi kayırmacılık yaptığı çeşitli uygulamalara rastlanmaktadır. Türkiye’de sendikal örgütlenmenin ve toplu pazarlık hakkının önündeki en önemli engel yetki mekanizmasıdır. Bu uzun ve karmaşık yetki mekanizması sendikalaşma ve toplu pazarlık hakkının özünü ortadan kaldırmaktadır.
Yasa toplu sözleşme prosedürünü ayrıntılı olarak düzenlemekte ve tarafların özgür pazarlık sürecini engelleyen ayrıntılı sürelere ve aşamalara yer vermektedir. Taraflar toplu sözleşme müzakerelerini kendi özgür iradeleri ile saptayacakları biçimde sürdürememekte ve yasanın öngördüğü karmaşık ve hak düşürücü prosedüre uymak zorunda kalmaktadır. Örneğin yasa toplu sözleşme süresini 60 gün ile sınırlamaktadır. Bu hükümler de eski yasadan aynen aktarılmıştır.
12 Eylül’ün Grev Yasakları Devam Ediyor
Yasanın en kısıtlayıcı hükümleri grev hakkı konusunda yoğunlaşmaktadır. Yasa toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sırasında çıkacak uyuşmazlık sonucu yapılacak grevler (menfaat grevleri) dışındaki tüm grevleri yasa dışı grev olarak nitelemektedir. Böylece iş yavaşlatma, dayanışma grevi, sempati grevi, genel grev yasadışı hale gelmektedir. Yasanın tanımladığı grev (menfaat grevi) dışında yapılacak grevler ağır parasal yaptırımlara bağlanmakta ve ayrıca bu tür “kanunsuz” grevlere katılan işçilerin iş sözleşmelerinin tazminatsız feshedilmesi öngörülmektedir. Bu düzenleme de eski yasanın tekrarı niteliğindedir.
Yasa grev uygulamasını belirli sürelere bağlamakta ve önceden işveren haber verilmesini zorunlu kılmaktadır. Grevler karar alındıktan sonra 60 gün içinde uygulanmak zorundadır. Yasa ile grev oylaması greve çıkmayı zorlaştıracak şekilde değiştirilmektedir.
Yasa ile çok sayıda grev yasağı korunmaktadır. Bankacılık hizmetleri, petro-kimya, doğal gaz üretimi, şehir içi ulaşım işlerinde grev yasağı devam etmektedir. Ayrıca Savunma Bakanlığı ve orduda çalışan sivil işçilerin grev yapması yasaktır. Bu grev yasakları ILO normlarına aykırıdır. Özellikle bankacılık sektöründeki grev yasağı tamamen keyfi niteliktedir.
Yasa ile hükümetin milli güvenlik ve genel sağlık gerekçesiyle bütün grevleri erteleme yetkisi korunmaktadır. Geçmişte bu uygulama çok keyfi biçimde uygulanmış örneğin lastik ve cam grevleri milli güvenlik gerekçeleriyle ertelenmişti. Dahası yeni yasa eskiden var olan yargı yolunu da ortadan kaldırmaktadır. Eski yasada erteleme kararına karşı iptal için Danıştay’a başvurulabileceği hükmü yer alırken yeni yasada bu hükme yer verilmemiştir. Böylece grev ertelemesi grev yasaklamaya dönüşme ihtimali taşımaktadır.
Yasa ayrıca taraflardan birinin uygulanan grevin “iyi niyet kurallarına aykırı biçimde, toplum zararına ve milli servete zarar verecek şekilde” uygulandığını iddia etmesi durumunda yargı organlarına grevi durdurma hakkı tanımaktadır. Doğasında ekonomik zarar olan grevin toplum zararına ve milli servete zarar vermek gibi muğlak ve soyut gerekçelerle yasaklanabilmesi grev hakkının özünü ortadan kaldırıcı niteliktedir.
Sonuç: Sendikal Haklar Genişlememiştir, Daralmıştır
12 Eylül 2010 referandumu sırasındaki temel iddialardan biri de referandum sonucunda sendikal hakların genişleyeceği yönündeydi. Oysa anayasada yapılan değişiklikler de sendikal hakları genişletici yönde değildi. Nitekim anayasa değişikliklerine paralel olarak yapılan sendikal yasa değişiklikleri de aynı sonucu ortaya koydu.
Türkiye’nin sendikal mevzuatı 12 Eylül 2010 referandumun öncesinden daha ileride değildir. Tersine bazı konularda daha geridedir. 12 Eylül darbesi sonrasında, 1983 yılında askeri cunta tarafından oluşturulan sendikal düzenin temel parametreleri korunmuştur.